Burak Avcı

Burak Avcı

PARDON BAKAR MISINIZ?

Siz hiç kısacık bir zaman dilimine, koskocaman yaşanmışlıklar sığdırdınız mı? Üstelik altı teker üzerinde…

         Siz hiç 55 koltuklu bir şehir kurup, komşularınızın külüne muhtaç oldunuz mu? Üstelik aynı tavan altında…

         Sizin hiç, size maceralar yaşatan bir eviniz oldu mu? Peki ya, yirmi günde yirmi yıllık dostlar kazandınız mı?

         Siz hiç barbunya paylaşmanın, kan kardeşliğinden daha çok kanınıza bulaştığını hissettiniz mi?

         Siz hiç 28 koltuklu bir mahallede yaşadınız mı? Her sabah, bağıra bağıra söylediğiniz bir marşınız oldu mu sizin? Siz hiç, bir orkestra içinde farklı bir enstrüman olmanın zenginliğini kuşbakışı görebildiniz mi şehrinizde?

       Hani demiş ya şair, “ Değişmemelisin hiçbir şeyle, bir bardak su içmenin mutluluğunu! ” diye. Ben de diyorum ki ona: “Değişmemelisin hiçbir şeyle, bardaksız, dostlarınla aynı şişeden kana kana su içmenin mutluluğunu!”  Siz hiç böyle bir mutluluk yaşadınız mı? Üstelik bardak olduğu halde, bardaksız…

         Siz hiç yerçekimine ve sürtünme kuvvetine meydan okuyarak, cümbür cemaat çalıp söylemenin hazzına ulaştınız mı?

         Önemli olanın dil değil, insan olduğunu; dünyanın neresine gidilirse gidilsin, aynı canlı türüne ait olunduğu müddetçe, bir bakışla bile anlaşılabileceğini öğrendin mi hiç?

         Siz hiç Venedik’in dar sokaklarında, bir koro halinde, koşar adım, heyecan içinde avaz avaz şarkılar söylediniz mi?

         Peki ya onca yolu tepip, kız arkadaşına Budapeşte sokaklarında evlenme teklif eden delikanlıyla tanıştınız mı? Altı teker üstünde, topu topu 3-4m²lik bir alanda düğün yapıp, bütün koltukları sokağa döktünüz mü?

         Sizin hiç, İtalyanca “Gracia” sözcüğünü “Gres yağı” yapan ve yolculuk boyunca bu sözcüğü dilinden düşürmeyen arkadaşlarınız oldu mu?

Adriyatik’in orta yerinde, Avrupa Birliği projeleri yaptınız mı hiç? Peki ya Berlin’de maça gidip, davul zurna tezahürat ettiğiniz oldu mu?

Viyana’da, meydanın orta yerinde halay çekip, Türk Kahvesi ve birbirinden güzel şapkalarla kültür tanıtımı yaptığınızı da hiç sanmıyorum.

Pisa Kulesinin yanı başında, bisikletle, bir arabayı haşat eden arkadaşlarınız oldu mu sizin? Peki ya yol kenarında üniversiteyi kazandığını öğrenip gülücükler saçan nadide dostlarınız oldu mu sizin?

Disneyland’da, yükseklik korkunuz olduğu halde, yanlışlıkla en beter alete bindiğiniz oldu mu?

Türkiye’ye döndüğünüzde, her girdiğiniz dükkândan magnet alacağınızdan ve bir magnet koleksiyonu oluşturacağınızdan korktuğunuz oldu mu hiç?

Peki ya siz, Avrupa Birliği projeleri nasıl yapılır bilir misiniz? Hiç sanmıyorum…

Siz hiç Roma’da, İspanyol Merdivenleri üzerinde, yüzlerce insanın arasında, “Hayır! Kara Murat benim!” diye bağırırken, yüzlerce insan gürültüsünü katıksız sessizliğe dönüştürmenin adrenalinini damarlarınızda hissettiniz mi?

Sizin hiç, ömür boyunca saklayacağınız muhteşem bir yaka kartınız oldu mu? Peki ya her ülkeden anahtarlıklar?… Üstelik one for ten… Sanmıyorum…

Peki Türk mutfağının kıymetini hiç bu kadar net anladınız mı? Bir Türk lokantasında on çeşit yemek, on beş çeşit tatlı yiyip zafiyet geçirdiniz mi?

Peki siz, yirmi gün gibi kısa bir süreyi kağıda dökmenin, binlerce anı arasından sadece birkaç tanesini anlatabilmenin zorluğunu yaşadınız mı?

Sizin hiç, bir otobüsün üzerindeki yapıştırmaları sökerken, kalbiniz sızım sızım sızladı mı?

Siz hiç, büyük bir hayalinizi gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşadınız mı?

Bütün bu anlattıklarımla ilgili en ufak bir fikriniz bile yoksa, yazık ki sizin için “GENÇLİK OTOBÜSÜ” yalnızca bir tamlamadan ibaret kalacak… Size acıyorum…

Son olarak bir şeyi çok merak ediyorum: Bu kadar anıyı okudunuz ve hala çatlamadınız mı?

Burak AVCI